Hayatın ağır aktığı bir kasabanın tren istasyonu... En büyük hareket,
istasyon şefinin telgrafçı kızla çapkınlığı... Ve bu ağır hayatın
ötesinde, İkinci Dünya Savaşı’nın pençesinde bir dünya...
İstasyonun en genç elemanı, bakir Miloş, hayatı anlamaya çalışan
toy bir delikanlı. O durağanlık içinde kendi yerini bulmaya çalışıyor
ama hem kadınlar hem de acımasız savaş kafasını fena halde
karıştırıyor.
Savaş sonrası Çek edebiyatının en önemli kalemi kabul edilen
Bohumil Hrabal’ın Sıkı Kontrol Edilen Trenler’i, edebiyatın evrenselliğine
en güzel örneklerden biri. Yazarın 1965’te kaleme aldığı
ve artık çağdaş klasikler arasında anılmaya başlanan bu eser,
savaşlardan yakasını bir türlü kurtaramayan biçare dünyamıza,
tarihin derinliklerinden ayna tutuyor.
Sıkı Kontrol Edilen Trenler, sürpriz finaliyle, hayatın durağanlığında
çakan bir şimşek...
“...Ama şu anda, böyle Dresden’den geldikleri sırada, onlara acımıyordum
artık, actyacakiarsa kendileri acısınlardı kendilerine. Ve bu
Almanlar farkındaydılar bunun, Tren şefi doğrulup onlara döndü:
‘Evinizde oturup kalsaydınız ya götünüzün üstünde,’ dedi.”
|